*Dr. Öğr. Üyesi Servet Senem Uğurlu
*Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Geleneksel Türk Sanatları Bölümü.
Dokumacılığın geçmişi insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanın biyolojik yapısı nedeniyle kendisini yaşadığı ortamın olumsuz doğal şartlarından korumak, çevredeki sert cisimler, soğuk-sıcak, güneş ve rüzgârdan etkilenmemek için daima örtünmek zorundadır. Bu nedenle dokusal yüzeylerin oluşturulmasında ilk örnekler, insanı rahat ve güvenli hissedebileceği, onu koruyup hareketlerini engellemeyecek her yöne esnek dokusal yüzeylerdir. Zamanla toplumlar ve coğrafi koşullar dokusal yüzeyleri gelenekselleştirmiş, yerel ve ulusal kimlikler ile sanatsal düzeyde çalışmalar ve uluslararası örnekler oluşturmuşlardır.
Tarih öncesi çağlarda insanlar örtünme gereksinimlerini hayvan postlarından karşılamışlar. Geleneği avcılık ve çobanlık kadar eskilere giden dokumacılık ve kullanımı, insanların merak, uğraş ve yaşamlarını etkilemiştir. Önceleri örtünmek için giyilen dokumalar, tarihsel süreç içerisinde statü ve moda gibi kavramlar ile çeşitlenerek zenginleştirilmiştir.
İnsanın post, düğüm, keçe, örme ile devam eden tekstil alanındaki bilgileri dokuma ile devam etmiştir. İnsan doğadaki hammaddeleri işlemeyi ve dokusal yüzey oluşturmayı ellerini kullanarak yapmışlardır. Bağırsak, saç, at kılı, bitki yaprakları gibi malzemeler ile iplik yapmışlar ve balta gibi el araç gereçleri ya da farklı malzemeleri birbirine eklemede ya da bağlamada kullanmışlardır. Dal, bitki ve yapraklardan yapılan bağlar, düğümler, saç ve çit örgüleri; insanların taş devrinden beri ellerini kullanarak oluşturdukları dokusal yüzeyler olmuşlardır. Eğirme’nin tarihi incelendiğinde; eski çağlara kadar gittiği görülür. Çok tanrılı inanışlarda çok sayıda tanrıça iplik eğrilmesi ve bükümünde kullanılan iğ ile tasvir edilmiştir. Eğirme ve dokumada ilk başlangıcında kullanılan teknikler günümüzde de halen devam etmektedir. Ayrıca insanların örtünme gereksinimlerini öncelikle hayvan postlarından karşıladıkları, dokuma işleminin ise iplik eğirmenin bulunmasından önce hasır ve sepet örgüsünden esinlenilerek uygulandığı düşünülmektedir. Geçmişten günümüzde post, düğüm, keçeleştirme, örme ve dokuma olmak üzere beş temel yöntemlerle oluşturulan dokusal yüzeylerin ilk olarak ne zaman, nerede, nasıl ve kimler tarafından oluşturulduğu bilinmemektedir. M.Ö. 7000 yıllarında dokunmuş kumaşların kullanıldığına dair Anadolu’da Çatalhöyük’te arkeolojik buluntuların bulunması, iki iplik sistemiyle oluşturulan dokusal yüzey tekniklerinden dokuma ve el dokumacılığının günümüzden en az 9000 yıl kadar öncesinde bilindiğini ortaya koymaktadır. Arkeolojik buluntulardan dokumacılığın Anadolu ve çevresinde başladığı düşünülmektedir. Anadolu’nun yanı sıra, yaklaşık olarak M.Ö. 5500 yıllarına tarihlendirilen Kıbrıs, Girit ve Yunanistan’da arkeolojik dokumaların bulunması, dokuma ile ilgili buluntuların ele geçmesi bu tahmini doğrulamaktadır.
Çözgü ve atkı adı verilen iki iplik sisteminin birbirlerine dik açıyla ve düzenli bir şekilde kenetlemesi ile oluşturulan dokusal yüzeye “dokuma” adı verilmektedir. Çözgü ve atkı ipliklerinin birbirilerini dik açıda düzenli olarak kenetlemesi ise “dokuma örgüsü” olarak adlandırılmıştır. Dokuma işleminde kullanılan temel dokuma örgüleri, Bezayağı, Dimi ve Atlastır. Temel dokuma örgüleri ile sonsuz çeşitte dokuma örgüsü oluşturulmuştur. Anadolu Yörük ve Türkmen dokuma geleneğinde, genellikle temel dokuma örgüleri kullanılarak çeşitli geleneksel ve yöresel dokumalar dokunmuştur.
Temel ve basit dokuma tekniğinin gelişim göstererek dokuma tezgâhı haline geldiği, M.Ö. 2000 yıllarına ait tabletlerden Anadolu ve çevresinde yoğun biçimde dokuma ticareti yapıldığı öğrenilmektedir. Ayrıca bu tabletlerde, yapılan dokumaların isimleri ve kaliteleri ile nasıl yapıldıkları hakkında önemli bilgiler vardır. Bu tabletlerden M.Ö. 2000 yılında Anadolu ve çevresinde dokumacılığın önemli bir ticaret haline geldiği görülmektedir
Antik Mısır'da keten, pamuk, ipek, yün dokuma malzemesi olarak kullanılmıştır. Arkeolojik kazılarda Mısır’da bulunan Tarkhan Elbisesi’nin dünyanın bilinen en eski elbisesi ve en eski dokuma kumaşı olduğu tespit edilmiştir. Yapılan radyokarbon testlerine göre 5500 yaşında olduğu tespit edilen keten elbise, M.Ö. 3482-3102 yıllarına tarihlenmiştir. M.Ö. 3000'lerde Hindistan'da pamuk liflerinden yararlanılmış, aynı dönemde Çin'de ise ipek üretilmiştir. Avrupa'da 3. yüzyıla kadar dokumada ağızlık açma sistemleri bilinmezken, Çin'de dokumacılık oldukça ilerlemiş ve Çinliler ipekli dokumacılığı ile dünyada ünlenmişlerdir.
Dokumacılıkta en önemli gelişme, son üç yüz yılda olmuştur. Öncelikle kamçılı tezgâh ve mekiğin bulunuşuyla tezgâhların eni genişlemiş ve dokumaların enleri artmıştır. Ayrıca verim artarak dokuma üretimi hızlandığı için daha fazla ipliğe ihtiyaç duyulmuştur. 1765 yılında iplik büküm makinasının icadı ile dokuma için gereken iplik temini karşılanmıştır. 1789 yılında Avrupa’da J. M. Jacquard, kendi adıyla isimlendirilen Jacquard dokuma tezgahı yapmıştır. Böylece Avrupa’da dokuma sektörü, Endüstri Çağında seri üretime geçmiştir.
Ayrıca dokuma ipliklerinin ve kumaşların boyanması ve basma teknikleri ile dokumaların süslenmesi, eski dönemlere dayanmaktadır. M.Ö. 2. yüzyılda Roma'da boyanmış kumaş örnekleri, Tang Hanedanı döneminde Çin'de bağlama batik yöntemiyle boyanmış ipekli dokumalar ve 4. yüzyılda Hindistan'da dokunmuş kumaşlara yapılan basma örnekleri bulunmuştur. Doğu Akdeniz’de Murex ve Purpura isimli deniz kabuklularından elde edilen mor renkteki boyarmadde, dönemin statü rengi olarak kullanılmıştır.
Mısır'da arkeolojik kazılardan çıkartılan 6. yüzyıla tarihlendirilen yün ve keten malzemeli Kopt kumaşları, bu dokumaların yapıldığı dönemde dokumacılığın oldukça geliştiğini göstermektedir. Eski İran’da Sasaniler döneminde dokunmuş Sasani dokumaları dikkat çekmektedir. Anadolu’da ve özellikle İstanbul’da dokunmuş Bizans dokumaları ve sonrasında Osmanlı dokumaları önemli dokuma merkezleri arasına girmiştir.
Antik dönemde keten, yün ve benzeri malzemeler eğrilip ip haline getirildikten sonra dokuma tezgâhlarında dokunmuştur. Bu dönemde çeşitli dokuma tezgâhları kullanılmıştır.
Penelope Tezgâhı olarak isimlendirilen dokuma tezgâhı, İlkçağ’da İyon ve Ege kültürlerinde çok kullanılmıştır. Penelope Tezgâhında dikey çözgü iplikleri ve bunları gerginleştirmek için çözgülere düğümlenen taş, seramik gibi ağırlıklar vardır. Bu tezgâh tipinin yaygın olarak kullanıldığı, Anadolu, Kıbrıs, Girit, Korinthos/Yunanistan gibi yerlerin İlkçağ yerleşim merkezlerindeki arkeolojik buluntulardan çıkarılan çok sayıda taş, seramik, pişmiş toprak tezgah ağırlıklarından anlaşılmaktadır. Ayrıca Anadolu’da çok sayıda arkeolojik kazılarda Tunç Çağı’na ait dokuma tezgâhı ağırlıkları çıkarılmıştır. Dokuma tezgâhı ağırlıklarının Anadolu, Mısır, Mezopotamya gibi bölgelerde bulunması, İlkçağ’da bu bölgelerde yatay yer tezgâhı ile Penelope Tezgâhının birlikte kullanıldığını göstermiştir.
Anadolu ve dünyada toplumsal kültür oluşturan uygarlıklarda, yatay çözgü sistemli Yer Tezgâhı ile dikey çözgü sistemli Penelope Tezgâhının yaygın olarak kullanıldığını bahseden destanlar ve arkeolojik buluntular olduğu bilinmektedir. Geçmişten günümüze bu tezgahlar değişim geçirerek geliştirilmiş, Anadolu’da Üç Ayak Tezgâhı, Istar Tezgâhı gibi tezgâhlar ile çeşitlenmiştir.
*Dr. Öğr. Üyesi Servet Senem Uğurlu
*Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Geleneksel Türk Sanatları Bölümü.
Anadolu, Paleolitik Çağ’dan beri insanlar için önemli bir yerleşim yeri olmuştur. Anadolu’da yapılan arkeolojik kazılarda, bu döneme tarihlendirilen çok sayıda ağırşak, iğ, kirman, öreke, kirkit, makas, iğne, şiş, tığ, gergef gibi aletler bulunmuştur. Ayrıca bazı taş kabartma ve heykel ayrıntılarında da Anadolu insanının dokuma hakkında bilgileri olduğu anlaşılmıştır. O dönemde yaşamış insanlar, yaşadıkları mekanları ağaç dallarından ördüğü çitlerle korumuş, daha sonrasında bu çit örgülerini toprakla sıvayarak huğ adı verilen bağdadi duvar yapmışlardır. Anadolu insanlarının bu dönemde, hasır, keten, kendir, kıl ve yün malzemelerle sepet, iplik, halat, hamak ve çarpana dokumalar yaptıkları bilinmektedir. Dokumalarını renklendirdikleri anlaşılmıştır. Ayrıca batik, ikat, ahşap kalıp baskı gibi teknikleri bildiği; boncuk, değerli metal ve çeşitli deniz kabukları ile süslediği görülmüştür.
Tarih öncesi dönemlerde Anadolu, ileri seviyede dokumacılığın yapıldığı dünyanın en önemli merkezlerindendir. İngiliz arkeolog James Mellart tarafından 1962 yılında yapılan Çatalhöyük kazılarında, M.Ö. 6000 yılına tarihlendirilen dokuma parçaları bulunmuştur. Kilim motiflerine benzer duvar bezemeleri tespit edilmiştir.
Günümüze ulaşmış en eski Anadolu dokuma örneği, Frigler’e ait Gordion kazısından çıkartılan M.Ö. 6000’e tarihlenen ancak müzede doğru korunamadığı için yok olan dokuma parçalarıdır (Uğurlu, 1985: 13). Sonrasında Çayönü’ndeki kazıda tespit edilen M.Ö. 7000’e tarihlenen geyik boynuzundan yapılmış bir aletin sapı üzerindeki dokuma parçası (Desti, 2005: 17) iken, 2013 yılında Çatalhöyük’te bulunan keten kumaş parçaları, Anadolu dokumacılığının ilk örnekleri olarak kabul edilmektedir. (Resim 1). Yapılan araştırmalarda 9000 yıl önce yapılmış bu organik malzemenin günümüze kadar kömürleşmeden iyi durumda kalması oldukça şaşırtıcıdır. Bu buluntu sayesinde, Anadolu’da dokumacılık tarihinin daha da eskilere dayandığı anlaşılmıştır. Dokuma ile ilgili Gordion, Altın Post, Penelope gibi mitolojik efsanelerin Anadolu coğrafyasında geçmiş olması, konumuz açısından ilginçtir (Resim 2).
Ayrıca Laodikeia, Troia, Sinope, Miletos gibi eski Anadolu yerleşim birimlerinde, Van, Kayseri, Maraş, Urfa ve Mardin gibi farklı uygarlıkların oldukları yerlerde yapılan arkeolojik kazılar sonucunda dokuma ilgili çeşitli araç, gereç ve kömürleşmiş halde dokuma parçaları bulunmuştur.
Anadolu’da El Dokumacılığı, genellikle kadınlar tarafından yapılmış, Havva Ana’nın Hz. Adem'e yünden / ketenden giysi yapmasıyla başlayan mesleğin kutsallığı İlkçağ boyunca da devam etmiştir. İlkçağ Anadolu dokumacılarının İştar, Kibele, Athena gibi tanrıçalar tarafından korunduğuna inanılmıştır. Ayrıca Şit peygamberin dokumacıların piri sayılması, Arahkne, Altın Post, Penelope gibi mitolojik anlatılarla el dokumacılığının kutsallığı devam ettiği bilinmektedir (Uğurlu, 1985: 12-17).
Araştırma sonuçlarından hareketle kadınların kutsal bir uğraş olarak gördükleri dokuma için iplik eğirip büktükleri, geometrik temelde oluşturdukları çizgili, ekose, çeşitli desen ve motiflerle süsledikleri kumaş, halı, kilim, cicim, zili, sumak ve çarpana dokumaları, tığ ve şiş örgüleri, dantel ve düğüm çeşitleri ile uygulama yaptıkları anlaşılmıştır.
Antik Çağ’dan beri Yunan, Roma, Doğu Roma / Bizans, Pers ve Arap yönetimleri ve etkileri altında zenginleşen Anadolu dokumaları; süslü, püsküllü, dantelli ve gösterişli aksesuarları ile her zaman statü ve otorite göstergesi olmuştur. Bizans İmparatorluğu’nda Justinian döneminde 555 yılında Aynaros Manastırı’na bağlı iki papaz, içini oydukları bastonlarına Çin’den kaçırdıkları ipekböceği yumurtalarını saklayarak İstanbul’a getirmişlerdir (Resim 3).
Bu tarihten itibaren Bizans İmparatorluğu’nda başta İstanbul, İzmit, İznik, Bursa olmak üzere, Anadolu’da birçok kentte ipek ipliği üretimi başlamıştır. Bizans İmparatorluğu döneminde Anadolu’da Hıristiyan, Musevi ve Paganizm inanç temelinde saltanat, ihtişam, güç ve zenginliği sembolize eden dokumalar dokunmuştur. Bizans İpekli Dokumaları ile Avrupa’da büyük ün yapmıştır. Bu dönemde İstanbul’da kadın ve genç kızların dokuduğu ipek dokumalar, Avrupa ülkelerinde aranan değerli sanatsal dokumalardı. Batıda bu kumaşlar din adamlarının merasim elbisesi olarak övünçle kullanılıyordu. Ancak bu dokumalar bazı dönemlerde ise Sami toplumlarının kullandıkları gibi örtünmek ve kapanmak amacı ile de kullanılmışlardır.
10. yüzyıl ve 11. yüzyıl başlarında Anadolu ve Yakındoğu ilişkilerinin artmasıyla, Anadolu kumaşlarında Selçuklu kaynaklı bitki ve hayvan figürleri ile karmaşık bezemelerde de artış görülür (Resim 4). Kadın ve çocuklar tarafından eğrilen kaliteli iplikler kullanılmış, altın sırma ve gümüş simle işlenen desenli dokuma ve işlemeler çok ünlenmiştir. Ayrıca bu dönemde dokumaların kalitesinin kontrol altında tutulması ve üretim-satış konusundaki sıkıntıların önlenmesi için dokuma ve boyamacı loncaları kurulmuştur. İpekli dokuma üretimi her zaman devlet kontrolü altında üretilmiş ve satılmıştır. Ancak Bizans’ın kurduğu dokumacılık düzeni, Haçlıların saldırılarıyla dönem dönem kesintiye uğramış hatta bozulmuştur. 1204 yılındaki IV. Haçlı Seferleri sonucunda Bizans İmparatorluğu’nun Hipodrom yanında bulunan imparatorluk atölyeleri yakılarak yıkılmış, Haçlılar Bizans İmparatorları için üretilen tek ya da iki başlı kartal ya da aslan figürlü eflatun ve mor renkli ipekli dokumalar ve diğerlerini, dokuma ustalarını ve dokuma tezgahlarını savaş ganimeti olarak Avrupa’ya götürmüşlerdir. Bu dokumalar, birçok Avrupa kilisesinin dini giysilerinde malzeme olarak kullanılmıştır. Sonuç olarak, Bizans dokumacılığı büyük bir yıkıma uğradığı için ipekli dokumacılığı neredeyse bitmiştir (Uğurlu, 2018: 4-6).
“Orta Asya’da Çin dokumacılığını tanıyan ve Anadolu’ya göç eden Oğuzlar, yol boyunca Sasani, Bizans, İlhanlı dokumacılığı kültürünün bilincinde olarak Anadolu’ya yerleşmişlerdir (Uğurlu, 1986: 5-6). Konar-göçer kültüründe olan Türkler, 1071 Malazgirt Zaferi sonrasında göçebe topluluklar halinde kolonizatör Türk dervişlerinin önderliği ve kılavuzluğunda Anadolu’ya gelmişlerdir. Anadolu’ya gelen Yörük ve Türkmen Oğuz boyları, coğrafi konumlara dikkat ederek yolların kesişme noktalarında önemli stratejik yerlere yerleşmişlerdir. Göçebe bir toplum olarak Anadolu’ya gelen Türkler günlük gereksinimlerine göre dokuma yapar ve kullanırlardı. Selçuklu Döneminde Anadolu dokumaları başta İtalya gibi Avrupa devletlerinde prestij göstergesiydi. Anadolu Selçuklularından halk kumaşlarından örnek günümüze ulaşmamasına karşın, farklı desende ve ipekli iki Selçuklu saray kumaşı bugüne kadar gelmiştir. Moğollar nedeniyle Anadolu Selçuklularının yıkılmasının ardından Anadolu Beylikleri döneminde el dokumacılığı gelişmeye ve çeşitlenmeye devam etmiştir. Anadolu Beylikleri döneminde dokunan dokumaların Doğu ve Batıdaki çok sayıda ülkeye ihraç edildiği, yerli ve yabancı kayıtlar ile gezgin notlarından öğrenilmektedir. Bu dönemde Osmanlı Beyliği’nin Bizans İmparatorluğu ile ilişkilerinde, saray yaşamına olan ilgi ve beğenisi artmıştır. Anadolu’da dokunan halılar yanında çizgili-çubuklu desenli dokumalar, Batı ülkelerinde farklı bir yaklaşımla “Şeytan Kumaşı” olarak değerlendirilmişti. Dokumanın sanatla ilişkisi çok eskidir. Mağara duvarına yapılan resimler tuval bezi dokunduktan sonra ancak taşınabilir duruma gelip yaygınlaşmıştır.
Orta Asya Step Kültüründen beri Türkler, yün, keçi kılı gibi malzemeler kullanarak yaptıkları kalın dokumalar, keçe, çarpana ve kolan dokuma çeşitleriyle Karaçadır/Kılçadır ve Topak Ev/Yurt gibi dokuma mekanlar oluşturmuşlardır. Anadolu Dokumacıları, günlük kullanım için yaptıkları dokumaları basit tezgahlarda dokumuşlar ve düz, çizgili, ekose ve kareli gibi desenlerle süslemiştir. İkat, bürümcük, havlu gibi geliştirdiği özel tekniklerle farklı yapılı dokuma teknikleri kullanmışlardır. Keçe, aba, şayak, mora bezi, yelken bezi, çuha, muslin ve Şam dokumaları, alaca, futa, kutnu, tülbent, kemha, seraser, canfes, çatma, halı, cicim, sumak, zili, kilim, atkı ve çözgü işlemeli, çok mekikli, yüzey değişmeli, desenli, çift katlı ve özel yapılı dokuma çeşitleri ile dokumalarını oluşturmuştur.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra sarayda sanat ve üretimi birleştirilerek çalışılması için kurdurduğu Ehl-i Hiref ve Enderun teşkilatlarına bağlı çalışan atölyelerden birisi de saraya hizmet veren dokuma atölyeleri olmuştur. Osmanlı Saray Dokumaları, malzeme, teknik, renk, motif ve desen kompozisyonları ile Anadolu Halk Dokumalarından daima farklı olmuştur. Osmanlı Saray Dokumaları, pahalı üretimler olduğu için saray kontrolü altında dokunmuşlardır. Osmanlı Saray Dokumaları, Seraser, Serenk, Kemha, Bürümcük, Çatma, Kadife, Canfes (Tafta ve Valâ), Kutnu (kutnî), Çitari, Atlas, Dibâ, Hatayi, Zerbaft, Şîb, Gezi, Hümâyun, Abani (Ağbâni, ağabani), Selimiye, Üsküdar Çatması gibi örneklerden oluşmaktadır. Saray Nakkaşhanesi tarafından hazırlanan Osmanlı Klasik Dönem Dokumalarının desenlerinde, düz, dikey ve yatay çizgiler yerine daha çok dalgalı çizgiler, karşılıklı girift kıvrımlı dallar, rumiler ile çeşitli daire ve oval formlu çiçek ve yaprak motifleri kullanılmıştır.
Osmanlı Sarayı’nın dokuma gereksinimi Trakya ve Anadolu’daki çeşitli dokuma merkezlerinden karşılanmıştır. Özellikle İstanbul, Bursa, Bilecik, Edirne, Amasya, Tokat, Mardin, Alaşehir, Buldan dokuma merkezleri olarak dikkat çekmektedir. Ayrıca imparatorluk büyüdükçe tüm dünyadan ülkeye kumaş getirilmiş, ülke de dokunan kumaşlar ise hediyeleşme ve ticaret bağlamında yurtdışına gönderilmiştir.
Osmanlı Dönemi El Dokumacılığı, saray ve halk dokumacılığı olarak ikiye ayrılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu Saray Sanatı kapsamında gelişen saray dokuma sanatı, Anadolu Yörük ve Türkmenlerin geleneksel dokumalarından farklı olarak oluşmuş ve gelişmiştir. Osmanlı saray dokumacılığında ise erken, klasik ve geç dönem olmak üzere dokuma örnekleri verilmiştir. Halk, yalın ve işlevsel dokumaları ile tanınırken; saray dokumaları ise gösteriş ve ihtişamın belgeleri olmuştur. Osmanlı dönemi el dokumalarının çeşitliliği, Osmanlı toplumunda amaç ve inanç bütünlüğünden ziyade geleneksel ölçütlere dayalı evrensel dengeyi sağlamak olmuştur. Ülkenin Osmanlılaşan görünümü yanı sıra tüccar yaptırımları ve teknolojik değişimlere karşın, her türlü inanç ve yaşantıdaki insanlar; geleneksel yaşantı ve geleneksel el dokumacılığını devam ettirmeye çalışmışlardır. Ayrıca Osmanlı toplumunda saraylı, Müslüman, azınlık, çeşitli inanç, farklı sosyal düzeylere göre, yörelerini, inanç ve mesleklerini belirtecek tarzda farklı giyim alışkanlıkları oluşturulmuştur.
Bu dönemde saray ve halk dokumaları; saray ve halkın dokuma gereksinimini karşılamak ve belirli kalitede olmasını sağlamak için, Enderun ve Ahi kuruluşları yönetimi ve denetiminde dokunmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun geç dönem dokumalarında saray dokumaları Batılılaşma etkisinde ve ticari etkilerle gelenekselliğini kısmen kaybetmiştir. Saray dokumaları örnekleri yeterli derecede korunmasına karşın halk dokumaları örnekleri korunamamış, bu örneklerin bir kısmı ülke dışına gitmiş ya da yok olmuştur. Bu dönemde yurtdışından ithal edilen kumaşlar daha kalitesiz olmasına karsın, ucuz olduğu için geleneksel el dokumaları yerine tercih edilmiş ve geleneksel dokumaların kullanımının azalmasına neden olmuştur.
Osmanlı Geç Dönem Dokumacılığı, 18. yüzyıl başından itibaren başlamış, Osmanlı İmparatorluğunun gerileme ve çöküş dönemine kadar sürmüştür. Bu dönem Osmanlı Saray Dokumalarında, Türk Barok Rokoko Sanatı ve Batı etkili kumaş desenlerinin olduğu görülmektedir. Nakkaş Levni’nin minyatürleri, dönem kumaşları hakkında görsel kaynaklar olmuşlardır. Osmanlı’nın gücü doğrultusunda kumaşların malzeme, teknik, motif ve desen kompozisyonlarında da önemli farklılıklar görülmektedir. Bu dönem kumaşlarında genellikle çizgili/yollu zemin üzerinde küçük çiçek ya da çiçek demetlerinin desen olarak kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca Bursa’dan getirilen ipek ipliklerin kalite sorunu olduğu için İstanbul ipekli dokumacılığında sadece İstanbul’da çözülen çözgüler kullanılmıştır. Sultan III. Selim (1789-1809), Üsküdar’da yaptırdığı cami çevresine dokuma atölyeleri de kurdurmuş ve Fransa’dan konusunda uzman dokumacılar getirtmiştir. Ancak bu atölyelerin ayaklanan yeniçeriler tarafından yakıldığı bilinmektedir. Batıdaki teknolojik gelişme sonrasında, sarayın gereksinimlerini karşılamak üzere, 1835 yılında Feshane Fabrikası ve 1844 yılında Hereke Fabrika-i Hümayûn kurularak Osmanlı Sarayı’nın kumaş ihtiyacını karşılamaya başlanmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra 11 Temmuz 1933’te kurulan Sümerbank, 1987’de özelleştirilmiş ve 2002 yılında ise kapatılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kamu yatırımı olan Sümerbank bünyesinde Nazilli ve Adana Bez Fabrikaları kurulmuştur. Sümerbank, Türkiye’nin ilk modern tekstil kuruluşu olmuş ve bu sektörün gelişmesine öncülük etmiştir. Bu sektör yıllar içinde Batı’da ve dünyada tekstil alanındaki gelişmeleri yeterince takip edemeyerek hantallaşmış, kuruluşundan 79 yıl sonra kapanmıştır.
Cumhuriyet döneminde, ülkede kalmış olan Osmanlı saray dokuma örnekleri, özellikle İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi’nde korunmakta ve sergilenmektedir. Anadolu halk dokumaları ise başta İstanbul’daki Türk ve İslam Eserleri Müzesi ve Ankara’da Etnografya Müzesi olmak üzere, kamu ve özel müzelerde sergilenmekte ve korunmaktadır. Cumhuriyet kuruluşunda, ülkedeki dokuma fabrikalarının kuruluşları öncesinde, el dokumacılığının canlandırılması amacıyla dokuma tezgahlarının üretilip halka dağıtıldığı bilinmektedir.
Geleneksel el dokumacılığı konusunda yayınlar yapılmış, her düzeyde eğitim-öğretime devam edilmekte, araştırmacı ve araştırmalar desteklenmektedir.
Günümüzde çeyiz geleneğine eskisi kadar değer verilmemesi, evlenecek kişilerin el dokuması yerine seri üretimli dokuma örneklerini tercih etmesi, al-sat işi yapan tüccarların dokumacıdan dokumaları ucuza alıp pahalıya satmaları, dokumacıların çocuklarının aile mesleğine devam etmemesi, Anadolu dokumalarının rahatça yurtdışına çıkarılması; Anadolu el dokumacılığının başlıca yok olma nedenleridir. Ayrıca el dokumalarının azalmasına neden olan bu durum, Anadolu el dokumacılığının örneklerinin sanatsal değerlenmesini de sağlamıştır. Son yıllarda bazı yerel yönetimlerin teşviki ve desteği, yöre halkının bu konunun önemini anlaması sonucunda; Anadolu el dokumacılığı bazı yörelerde canlanmaya başlamıştır. Coğrafi işaret alınması, yöre yaşayanları için ivme oluşturmaktadır.